Paradigma Yayınları > Kitaplar > Felsefe-Düşünce > Felsefe Metinleri > Romantizm Pragmatizm ve Dekonstrüksiyon

Romantizm Pragmatizm ve Dekonstrüksiyon

Romanticism, Pragmatism And Deconstruction

Romantizm, Paragmatizm ve Dekonstrüksiyon Coloridge, Shelley ve alman ironistlerin formüle ettikleri bir felsefi akım olarak romantizmin; “aklın tiranlığı” anti-düalist bir felsefe adına reddeden bir akım olarak romantizmin arka bahçesini yorumlama girişiminde bulunuyor.

  • Romantizm, Paragmatizm ve Dekonstrüksiyon Coloridge, Shelley ve alman ironistlerin formüle ettikleri bir felsefi akım olarak romantizmin; “aklın tiranlığı” anti-düalist bir felsefe adına reddeden bir akım olarak romantizmin arka bahçesini yorumlama girişiminde bulunuyor. William James ve John Dewey’in felsefesine meydan okumaları, arka bahçe önünde, metafiziğin ve geleneksel edebiyat teorisinin geç post-yapısalcı dekonstrüksiyonlarını dikkate alarak tartışıyor. Derrida’nın yazılarının romantizm ve pragmatizmle bağlantısını kurarken,Dewey’in felsefesini ve dile vukuflarını hem Coleridge hem de Derrida ile ilişkileri dahilinde ele alıyor. Post-yapısalcılığa tepki durumundaki “yeni tarihselciliği” düalist düşünceye dönüş ve felsefenin, romantizmin, paragmatizmin ve dekonstrüksiyonun özgürleştirici eleştirisinin “unutuluşu” olarak sorguluyor.

     

    Önsöz 

    Bu düşünce akımlarının; romantizm, pragmatizm ve dekonstrüksiyon; her biri kendisini onsekiz, ondokuz ve yirminci yüzyıllarda mükerreren hakikatin en yüksek formu olarak sunan (dar alamıyla) aklın ve bilimin hegemonyasına karşı geliştirilmiş tepkiler olarak okunabilir. Elinizdeki metindeki tartışma dil, sanat, eleştiri ve tecrübe teorileri gibi bir çok ilave konuyu da içeriyor. Her üç durumda da, temel ifade aygıtı, yani  metaforlar ve diğer konuşma figürleri/söz sanatları ile birlikte muhayyilenin (veya sezgi ve sentez yetisinin)  doğasını ve rolünü olduğu kadar felsefeyi ve sanat eleştirisini de yeniden ele alıyor. Ayrıca,  felsefenin, bilimin, sanatın ve dinin amacı ve kapsamı ile ilgili temel soruları yeniden formüle ediyor  ve hakikat/doğru, anlam ve literal/lafzi dil gibi merkezi kavramlar,  yorumlama, okuma ve algılama aktivitelerini tekrar gözden geçirirken,  yeniden sorguluyor. Bu üç akımın temelde en çok paylaştıkları şeyin “aklın tiranlığına” ve bu tiranlığın ima ettiği her şeye meydan okumaya ilgileri olduğu ileri sürülebilir.

    Onlar da William Blake gibi,  sözde “evrensel olarak” başarı kazandığı için başka her söylemden daha doğru bir söylem olarak bilimin zaferi denilen şeye meydan okur.  Onlar, nötrlüğün/tarafsızlığın ve objektivitenin/nesnelliğin  her anlamda  mümkün olduğu nosyonuna meydan okur ve anlam-lılığın köntekstüel olduğunu öne sürer. Genellikle tehlikeli bir rölativizmi yürürlüğe koymaları sebebiyle saldırıya uğrayan bu akımlar merkezi, ortak bağlılıklarının yanlış anlaşıldığını öne sürer. Çünkü onların başka seleflerince kavramlaştırılmış şeyler olarak objektivite, anlam ve hakikat illüzyonlarını eleştirileri sadece tehlikeli bir rölativizmin örnekleri değil, Platon’un Sokrates’inin geometri ve matematiğin sınırlarından söz ederken ortaya koyduğu sağlıklı pragmatik kuşkuculuğudur:

    Kendisiyle gerçekliği yakaladığımızı söylediğimiz kalıntı ve geometri ile ona eşlik eden inceleme gördüğümüz kadarıyla, varlık hakkında bir rüyadır, fakat onun hakkında net uyarıcı görüş, kullandıkları varsayımları tahrip etmeksizin/eleştirmeksizin bıraktıkları ve açıklayamadıkları için imkansızdır. Başlama noktası  akıl yürüten kişinin aslında bilmediği ve ulaştığı sonuç ve müdahil herşey  aslında bilinemeyen şeyler olduğuna göre, bu tür durumlardaki onayın/rızanın doğru bilgiye ya da bilime dönüştürüldüğü yer neresidir?

    Sözün gelişi (burada tatıştığımız diğer yazarlar kadar) Coleridge, Dewey ve Derrida arasında ortak birçok görüş ve teknik vardır; fakat aynı zamanda dikkate değer ve önemli farklılıklar da vardır. Gerçekten de hayati unsurdaki  stil  ve merkezi unsurdaki form  farklılıklar ilk bakışta neredeyse hiç kapatılamaz gedikler yaratacak kadar büyüktür. Coleridge ile Derrida’nın stillerindeki farklılıklar per se tür farklılığından ziyade mizaç ve hususiyet farklılığı olabilir.  Coleridge’in nesri, günümüzde Derrida’nın yazılarına yapılan saldırılara benzer tarzlarda  çağdaşlarının saldırısına maruz kalmıştır. Oysa James ve Dewey, Dewey  “anlaşılması zor” stili yüzünden  tekrar tekrar eleştirilmişse de,  çok daha soyut, felsefi yazı türü için çok bildik bir mizaca sahip düşünürlerdi. Bu üyük stil farklılıkları, sözün gelişi tıpkı William Blake, Emily Dickinson, Wallace Stewens, Sylvia Plath ve John Donne’un bireysel stilleriyle tanınan şairler olmaları gibi, önemli entelektüel farklılıklar sergiler. Aslında  İngiliz romantizmi ile Alman romantizmindeki stil farklılığı iyi ilinir ve hakkında yorumlar yapılmıştır.  Bu yüzden elinizdeki metin  tartıştığı yazarlar arasındaki (ilk bakışta apaçık duran) stil farklılığı üzerinde pek durmuyor; o daha ziyade bu üç akımın herbir yüzyıldaki felsefi ve edebi seleflerinin aşırı rasyonalist sistemlerine farklı tepkiler olarak hareket eme tarzlarına eğiliyor. Bu tür sistemlerde tecrübenin boyutları, gerçeklik hakındaki doğru olarak anlaşılan bilim ve bilimin öncelikle literal/lafzi ve temsili diliyle birlikte, büyük ölçüde akla dayanan bir şey olarak dar, analitik insani tecrübe anlayışı tercih edilerek daha alt statüye indirilir.

    Bu üç akımın tam anlamıyla Sokratik anti-rasonalizme dayandıkları sölenebilir. Platon’un Sokrates’i  tekrar tekrar, açıkça ve göstererek  metaforun, sembolün, tahayülün, ironinin genelde retorik’in bilim ve felsefe dilindeki rolü ve (analitik olarak anşılan) akıl ve mantığa aşılanacak sezgi dediği şeyin, “tanrı amağanının,” ihamın (analitik şeyler olarak anlaşılan) akıl ve mantığı tamamlayan rolü üzerinde ısrar eder. Sokrates bilgiyi ve doğru kanaati şeyler arasındaki dinamik, ilişki bağlantıları olarak tanımlar  nosyonal tarzda nötr (literal) dile hepsedilmiş tek anlamlı söylem önermeleri olarak değil.

    Aşağıdaki bölümler  bu romantik, pragmatist ve dekonstrüksiyonist yazarların en çarpıcı ortak ilgilerinden bazılarını ortaya koymayı deniyor. Fakat yine de stilistik hususiyetlere saygıyı koruyor: bu büyük sanatçı-filozofların olağünüstü farklılığı ve özgünlüğü önemsiz olamaz.  Benzerlikler ile farklılıkların bilinci entelektüel-tarihsel ilgilerin bilincidir; ancak post-yapısalcı teorinin günümüzde bir çok okur için hala sisli karmaşalarından ve belirsizliklerinden bazılarını izah eder. Böyle bir izah yoluyla daha iyi bir anlama  postyapısalcılığa (giderek daha histerik hale gelen) saldırıların  bazılarının püskürtülmesine yardım edebilir. Ayrıca, Richard Rorty ile Christopher Norris gibi yazarlar arasındaki son tartışmalar  Derrida’nın yazılarının yorumundaki önemli farklılıkları günışığına çıkarmıştır. Norris  dekonstrüksiyonun ve  özelde Derrida’nın felsefesinin  Norris’in Rorty’nin ileri sürdüğüne inandığı gibi sadece bir neo-pragmatizm formu olmadığındaki ısrarında haklıdır. (Rorty’nin böyle bir olumlu pozisyon alıp almadığı tartışılabilir ve aslında kuşku götürür).  Fakat Norris, dekonstrüksiyonun ve Derrida’nın  James ve Dewey’nin pragmatizminden ve Rorty’nin neo-pragmatizminden farklı olma nedenleriyle ilgili yorumunda  kesinlikle hatalıdır. Başka bir söyleyişle Norris  Derrida’nın kendisinin Heidegger’i (iddiaya göre) savunmakla eleştirdiği türden tranzandantal tezler içeren özcü bir argüman ileri sürer (bakınız The Contest of Faculties, Christopher Norris, 1986).

    Elinizdeki kitabın en merkezi argümanlarından biri, hem dekonstrüksiyonun hem de pragmatizmin metafiziğin birbirine çok benzer eleştirilerini ve benzer estetik ve edebiyat eleştirileri sunduklarıdır (herikisi de aynı zamanda, fiilen bel bağlıyor değilseler de, romantık sanat ve eleştiri teorilerinin bazı boyutlarını paylaşır). Fakat bu benzerlikler  romantisizm, pragmatizm ve dekonstrüksiyon düşünce akımlarının her biri, en yüksek hakikat formu olarak hem aklın (dar anlamıyla anlaşıldığında) hem de bilimin ¾ onsekiz, ondokuz ve yirminci yüzyıllarda tekrar tekrar gücünü göstermiştir ¾  hegemonyasına tepkiler olarak tanımlanabilir. Bu tartışmalarda, dil teorileri, sanat, eleştiri, tecrübe gibi birçok tali konular yer alıyordu. Bu üç akımın her birinde, hem felsefe hem de sanat eleştirisi, muhayyilenin (sezgi ve sentez yapma yeteneği doğası ve rolü konusunda da yapıldığı üzere, ana ifade araçlarıyla birlikte, yani metaforlar ve diğer konuşma figürleriyle birlikte yeniden sorgulandı.  Felsefenin, sanatın, bilimin ve dinin amaçları ve faaliyet alanları hakkındaki temel sorular yeniden formüle edildi ve yorumlama, okuma ve algılama aktiviteleri yeniden değerlendirmeye tabi tutulurken, hakikat, anlam ve literal (lafzi) dil gibi merkezi kavramlar sorgulamaya tabi tutuldu. Bu üç akımın merkezi olarak paylaştığı şeyin, “aklın tiranlığına” ve bu tür bir tiranlığın ima ettiği herşeye meydan okumaya duydukları ilgi olduğu öne sürülebilir.

    William Blake gibi onlar da, “evrensel açıdan başarılı” olduğu için diğer söylemlerden iddia edildiği üzere daha doğru bir söylem olarak bilimin farazi zaferine meydan okudu. Onlar nötrlük/tarafsızlık ve objektivitenin/nesnelliğin anlamlı olma anlamında mümkün olduğu nosyonuna meydan okuyarak anlamlılığın kontekstüal olduğunu öne sürdüler. Sık sık zararlı bir rölativizmi icra ettikleri gerekçesiyle saldırıya maruz kalmaları, merkezi ve ortak bağlılıklarının yanlış anlaşıldığı izlenimini veriyor.

     

    Bu üç akımın, aynı zamanda,  sağlam bir biçimde Sokratik anti-rasyonalizme dayandığı da öne sürülebilir. Platon’un Sokrates’i ısrarla, açıkça ve ıspatlanabilir şekilde bilim ve felsefenin dilinde metafor, sembol, mecaz, ironi  genelde retorik   ve sezgi (intuition), başka bir söyleyişle ‘tanrının armağanı’ diye adlandırdığı şeyin rolü ve akıl ve mantığı (analitik tarzdan algılanan akıl ve mantığı) tamamlayacak ilham (inspiration) üzerinde dur durmuştu. Bilgi ile doğru kanaati Sokrates dinamik, ilişkisel bir şey olarak, şeyler arasındaki bağlantılar olarak tanımlıyordu  kavramsal bakımdan nötr (lafzi) bir dil içinde ifade edilen tekanlamlı, diskursif önermeler olarak değil.

     

    Elinizdeki kitabın en merkezi argümanlarından biri, hem dökonstrüksiyon hem de pragmatizmin açıkça birbirine çok benzer metafizik  eleştirileri ve benzer estetik ve edebiyat eleştirileri sunduklarıdır (herikisi de aynı zamanda, eğer gerçekten dayanmıyorlarsa, sanat ve eleştiriyle ilgili romantik teorilerin unsurlarını paylaşırlar). Yine de, bu benzerlikler romantisizm, pragmatizm ve Derrida’nınki tipinde dökonstrüksiyon arasındaki önemli farklılıkları gizler. Çünkü dökonstrüksiyon stilde ve dilde yaptığı devrimle hatırı sayılır bir ilerleme gerçekleştirmiştir ve bu ilerleme öncelikle onu pragmatik filozoflardan temelde ayıran dilinde ve stilindedir; özellikle de Norris’in iddia ettiği gibi, özcü, tranzendalist tezi sonucu ilerleme değildir. Stilde ve dildeki  farklılıkların  “sırf” retorik ya da süslemede farklılıklar olduğunu düşünmesi veya  dökonstrüksiyonun, stil bakımından farklılaşsa bile, en azından içeriği bakımından  bir romantisizm ya da pragmatizm türü olduğu sonucunun çıkarılması ciddi bir hata olacaktır. Tam tersine,  stil ve dil içerikten ve fikirlerden po5partılamaz; stil ve belirli dil tiplerinin kullanımı içeriğin, temanın ve düşüncenin hayati bir parçasıdır.  Stilde ve dilin kullanımında farklılık, içerikte, düşüncede, felsefi bakış açısında farklılık demektir ve sanatçılarla filozofların  diri bireyselliğinin can alıcı ifadesidir.

    Bununla birlikte, Dewey ve James’in metafizik eleştirilerini ve Dewey’nin ( Alman ve İngiliz Romantizmi’nin bazı  unsurlarına dayanan ) sanat ve estetik teorisini  yakından inceleyerek ve  Dewey’nin dil hakkındaki görüşlerine dikkatle bakarak, tutarlı bir “metafizik eleştirisinin” ve bir konvansiyonel edebiyat teorisi (yani,  okumayı, algıyı, yorumu ve özne-nesne düalizmini, hiçbir şekilde analizi yapılamayacak şeyler olarak kesin kabul eden teoriler) eleştirisinin gerektirdiği  bazı ilkeleri daha açık bir biçimde kavrayabiliriz. Bu başlangıç ilkeleri bir kez açıkça kavranıldı mı,  Derrida’nın “kendisi hakkında” konuştuğu şeye geçiş yapmak çok daha kolay olur. Ancak,  Derrida’nın, yalnızca  İngiliz ve Alman romantizmiyle Amerikan pragmatizminin öngörülerinin eksiksiz bir kavranışı  bizi Derrida’ya götüreceği için cafcaflı bir neo-pragmatist olduğunu kabul etmek hatalı bir şey olur. Derrida muhtemelen, bilinçdışı “logosentrizm”in sınırlamalarını ihlal etmekte ve dilin (veya egemen dilin bazı nosyonlarının) nesneler, metinler, sanat, gerçeklik, dünya, tecrübe, felsefe ya da başka herhangi bir şey hakkındaki görüşlerimizi, muhayyileden yoksun, klişeleşmiş olan ve yeni tepkilere engel teşkil eden gereksiz dar anlayışlarla sınırlandırma tarzlarının daha fazla farkına varmanın araçlarını sağlamakta Nietzsche hariç, son yüzyıldaki  herhangi bir düşünürden çok daha ileri gider.

    James ve Dewey’nin pragmatizmini tartıştıktan sonra, Derrida’nın dökonstrüktif projesini ünlü Amerikan eleştirmenlerin dökonstrüktif projelerinden farklılığını dikkate alarak ele alacağım.  Hem pragmatizmin hem de dökonstrüksiyonun Alman ve İngiliz “kaynaklarını,” izahı geliştirecek bir bakışla inceleyeceğim. Ayrıca, birincileyin Nietzsche ve Shelley, ikincileyin Hegel gibi düşünürlerin  olağanüstü özgürleştirici ve devrimci yazılarının Derrida ile paylaştıkları çok fazla şeylerinin bulunduğuna özellikle dikkat çekeceğim. Nihayet, kitabın sonuç bölümünde, post-yapısalcı  edebiyata tepkiyi 1980’lerde başlamıştır ve  ve paradoksal biçimde “yeni tarihselcilik” diye bilinir  romantizmin, pragmatizmin ve dökonstrüksiyonun  kendilerine has farklı ve çeşitli tarzlarda ortaya koyduğu Urizenik aklı Blakeçi dizginleyişlerinin önemini daha da iyi  ifade edecek bir bakışla inceleyeceğim.

    Kathleen M. Wheeler

     


    Satın Alma Linkleri

  • Çevirmen: Hüsameddin Arslan
    Yayın Tarihi 2011-03-01
    ISBN 9757819752
    Baskı Sayısı 1. Baskı
    Dil TÜRKÇE
    Sayfa Sayısı 387
    Cilt Tipi Karton Kapak
    Kağıt Cinsi 1. Hm. Kağıt
    Boyut 16.5 x 24 cm

Kitaptan bir bölüm okumak için tıklayınız

Türkçesi: Hüsamettin Arslan

Paradigma Yayınları

2024 © Tüm Hakları Saklıdır.